Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

BAŞARI VE ÖDÜL

Başarı ve ödül, insan

Başarı ve ödül, insan hayatında çok özel yeri olan, bir o kadar da önemli iki kavram.. İlerlemiş toplumlarda başarının ödüllendirilmesi “yeni başarılara davet” anlamını taşıyor. Eskilerin “Marifet iltifata tâbidir” diye çok güzel bir sözü vardır. Ne demek “Marifet” ?  Kısaca şu; bir işi çok iyi bilmek, zor olanın, aşılması güç gibi görünen şeylerin üstesinden gelebilmek, medeniyet adına, teknoloji adına, bilim adına, sanat adına, kısacası insanlık adına yeni ve yararlı  bir şeyler ortaya koyabilmek.. Kuşkusuz bunu yapabilmek yapan kişiyi, yani marifet sahibi şahsiyeti manevî olarak tatmin ediyor, rûhen onu doyuruyor. O zaman ödül nedir, takdir ve teşekkür nedir? Söz konusu “ruhen tatmin” ona yetmiyor mu? Yetmiyor demek ki..! Peki ne yapılması gerekiyor? Marifetin dışarıdan, dolayısıyla o marifet sahibinin içinde yaşadığı çevreden takdir edilmesi gerekiyor. Bu başarının iltifatlarla yani övgülerle, medihlerle, takdir ve teşekkürlerle kıymetlendirilmesi, maddî veya manevi olarak karşılığını bulması gerekiyor. Marifet sahibinin buna ihtiyacı mı var? Hayır! Marifet sahibi bunu ödül için mi yapıyor? Kesinlikle hayır! Ama işte öyle olmasa bile “marifet”in buna ihtiyacı var.

Öğrencilerime zaman zaman derslerimde söylediğim bir şey vardır: Derim ki; “sevgili gençler, bir lokantaya girdiğinizde önce selâm verin, yemeğinizi yiyin ve çıkarken de mümkünse yemeği yapan aşçıya da bir teşekkür etmeyi unutmayın.. Ona, “elinize sağlık, yemeğiniz ne kadar güzel olmuş”, deyin. Tabii çoğu zaman öğrencilerimden hemen şöyle bir karşılık geliyor buna; “hocam, biz zaten yediğimiz yemeğin parasını veriyoruz, peki teşekkür ne oluyor” ? Efendim, siz orada aynı parayla kötü bir yemek de yiyebilirdiniz. Yemek kötüydü, beğenmedim  deyip çıkıp gidebiliyor musunuz? Hayır! Öyleyse size güzel bir yemek yedirdiği için o yemeği yapan ustaya “özel olarak” teşekkür etmelisiniz? Bu hareket, marifetin, yani hünerin ve becerinin sözle de olsa takdir edilmesidir. Hem böylece, siz farkında olmadan bir başka şeyin de gerçekleşmesini sağlıyorsunuz. Nedir o ? O da şu; artık yaptığı o güzel yemekten dolayı kendisine teşekkür edilen, iltifat edilen kişi, o aşçı bir daha kolay kolay o lokantada kötü yemek pişirmeyecektir.

Bütün bunları ne için anlattınız derseniz, şunun için.. Başarılar bazen kuru bir iltifatla, yani sözle, bazen da maddî olarak, yani parayla veya bir başka değerli eşya ile ödüllendirilebilir. Her ikisi de karşılığını bulduğu için saygıdeğerdir elbette.. Kuşkusuz ödül bir amaç değildir, sonuçta ödül, elde edilen bir başarının takdir görmesidir, değer olarak karşılığını bulmasıdır. Bir anne babanın büyük-küçük demeden kazandığı başarıdan dolayı çocuğunun başını okşaması, birkaç güzel sözle onu takdir etmesi, beğenmesi bile bir ödüldür. Öğretmenin kazandığı başarıdan dolayı velilerden veya okul idaresinden, Milli Eğitim Müdürlüğü’nden veya bağlı bulunduğu bakanlıktan “takdir” görmesi, ödül alması ne demektir, biliyor musunuz? Bunu sadece yaşayanlar bilir? Bir insanı mesleğinde motive eden, teşvik eden, heyecanlandıran, onurlandıran, gururlandıran, böylece görev aşkını ve şevkini kamçılayan, daha önemlisi bağlı bulunduğu kuruma aidiyetini pekiştiren başka daha güzel bir yol var mıdır? O çocuğa ödül olarak illâ son model bir cep telefonu alınması gerekmiyor. Aynı şekilde çırağını takdir edip ödüllendiren bir esnaf kazanır mı, yoksa kaybeder mi? Çalışanını, personelini takdir ve teşekkürle veya bir başka türlü ödülle kıymetlendiren yönetici, âmir bu vefasından ve kadir-kıymet bilirliğinden dolayı emrinde çalışan insanlar nezdinde ne kadar saygın bir yöneticidir. Bunu yapmakla sizden ne eksilir, hiç düşündünüz mü? Bir de madalyonun öteki yüzü var: Başarılı olanı takdir etmek, onu bir ödülle onore etmek, onurlandırmak konusunda bu kadar vurdumduymaz iken, neden biz millet olarak birilerini cezalandırmaya bu kadar düşkünüz ve hevesliyiz acaba?

Belki bu yüzden biz dışarıdan milyon dolarlarla, euroyla futbolcu alırken, genç beyinlerimiz dolarla, euroyla başka ülkelere transfer oluyorlar.. Kendi öz değerlerimiz avucumuzun içinden uçup gidiyorlar. Hani “Ev danasından öküz olmaz!” diye sözüm ona kaba bir atasözü vardır. Sen bir aile reisi olarak, bir anne baba olarak, bir öğretmen olarak, bir idareci olarak, bir yönetici olarak hatta bir toplum olarak sorumlu olduğun insanların başarılarını görmezden gelir, sadece hatalarını ve kusurlarını cezalandırmayı düşünürsen sonuç tabii ki hüsran olacaktır. “Beyin göçü” dedikleri şey bunun sonucudur işte.. Bildiğiniz gibi.. Bu da yaşadığımız yaman bir çelişkidir..

Sanatçının ve sporcunun beklediği belki sadece bir alkıştır. Bilimin saygınlık kazanması da kuşkusuz bilim adamına verilecek değere bağlıdır. Şu sözü İbni Sinâ’ya isnad ederler; “Bilim ve sanat iltifat görmediği yeri terk eder”. Bilimin ve sanatın terkettiği bir coğrafyada herhalde hiçbirimiz yaşamayı arzu etmeyiz. Şuna inanmalıyız bence; “Sen çalış, çabala, gayret et, başarı ve ödül eninde sonunda seni bulacaktır. Zira hayat insanlar kadar vefasız değildir. Nitekim yaşlılıktaki mutluluklar ve güzellikler, olsa olsa gençlikte çekilen sıkıntıların, karşılaşılan güçlüklerin birer ödülüdür. Zira, “Gül sunan  elde daima bir miktar gül kokusu kalır.” demişlerdir.

Sözlerimizi şair ve düşünür Sezai Karakoç’un şu veciz sözüyle noktalayalım: “Geceye yenilmeyen her insana, ödül olarak bir sabah, bir gündüz ve bir güneş vardır”.

Esen kalınız efendim.